Ahmet Ümit’in 2008 yılında Doğan kitap tarafından yayımlanan kitabı Bab-ı Esrar (Esrar Kapısı) farklı zamanlarda yaşayan insanların yollarının, bu günde kesiştiği bir roman. Batıdan doğuya yapılan bir yolculuk ve bu yolculuk boyunca, yaşanılan olayların başka bir yolculuğa dönüşmesi ve bunun sonucunda insanın kendiyle barışması, affetmeyi öğrenmesi. Kitabın başından sonuna kadar sıkça tekrarlanan “hakikat” in gerçekte ne ifade ettiği gözler önüne seriliyor ve büyük sır ortadan kalkıyor. Bu sırrı ise Hz. Mevlana ve Şems’in birleşen yaşamlarını aydınlatıyor.
Ahmet Ümit 1960’ta Gaziantep’te doğdu. 1983’te Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. Romanlarını 2002 yılından bu yana Anadolu'daki uygarlıklardan ve kültürlerden seçen Ümit, daha önce birçok kere Hititler, Alevilik, Hristiyanlığın Anadolu kökleri üzerine yazmıştır. Röportajlarında tasavvufun da bu ülkenin en önemli kültürlerinden bir tanesi olduğunu dile getiren yazar, son romanın konusu da, bu tasavvufun içindeki en önemli renklerden biri olan Mevlana ve onun şeyhi Şems-i Tebrizi’den alıyor. Kitabın yazarı Ahmet Ümit’i daha önce duymuştum ama tanışmamız bu kitap sayesinde oldu. Roman son derece kıvrak ve sadece bir dil ve üslupla kaleme alınmış. Cümleler son derece anlaşılır bir şekildedir. Okuyucunun gözünde detaylı bir şekilde beliren tasvirler kitabın daha da zevkle okunmasına neden olmaktadır. Kurgu hem zeki hem de zengindir.
Bab-ı Esrar, yıllar geçse de, dünden bu güne pek çok şey değişse de, ruhun değişmezliğini bizlere gösteriyor. Hakikati aramak, insanların bencilliğini sorgulaması, kurban ve katil ilişkisinin nedenleri, din sanarak yaşadıklarımızı yeniden irdelemek ve birçok yaşanmışlığı tek seferde silebilecek kadar güçlü bir aşkı en saf haliyle bize gösteriyor. Romanı okurken fark edebiliyorsunuz ki; tasavvufta bilgi, Tanrıya ulaşmanın tek yolu değil. Yaşamak ve deneyimler kazanmak en önemli şeydir. Bu durumu romanın başından sonuna kadar birçok yerde Şems’in kitabın başkahramanı olan Kimya’ya rüyalarında gerçeği yani hakikati kavrayabilmesi için geçmişe götürmesi ve olanları kendi gözünden görmesini sağlamaya çalışmasından anlıyoruz. Bu kitap gerilimi, macerayı, duygusallığı, umut etmeyi, çaresizliği, en önemlisi ilahi aşka ulaşmanın insanda oluşturduğu cesareti, sorgulamayı ve gerçek aşkı bize gösterirken, bizi kitabın içine doğru çekiyor.
Kitabın konusundan bahsetmek gerekirse, Londra’dan Konya’ya bir sigorta vakasını çözümlemeye gelen yarı-Türk Karen Kimya Greenwood, babası ve İngiliz annesinin yıllar önce tanıştıkları dergahı ziyareti sırasında kendi yaşamına ve geçmişine ait önemli gerçeklerle karşılaşır. Babası Karen’i ve annesini yıllar önce bir erkek, inandığı gerçek için bırakıp gitmiştir. Karen bu terk edişle, 700 yıl önce yaşanmış Mevlana-Şems ilişkisi arasında paraleller kurarken; dünya, yaşam, inanç ve aşk üzerine sorduğu sorulara cevaplar arayarak, aradan geçen onca yılın sonunda bir hakikate ulaşmanın verdiği rahatlamanın tadına varmaktadır. Daha 12 yaşındayken kendisini bırakıp giden babasının bunu neden yaptığını anlayamamış olmak, ama bu gerçekle yaşamak zorunda bırakılmak Karen’in hiç kabullenemediği bir düşüncedir. Aslında babası Poyraz da küçücük bir bebekken terk edilmiştir. Bir dergahın kapısına sepet içinde bırakılmış, daha sonra bu dergahın düzeninden geçip mevlevi olmuştur. Bir sema zamanı seyre gelen bir İngiliz kadınına tutulup başka diyarlara göçüp yuva kurmuştur. Bu süreçte kafasında daima “varoluşa yönelik sorular” barındırmış, günün birinde Şah Nesim ile birlikte evini terk ederken bu zihin sorunsalını çözdüğünü düşünmüştür. Oysa ölmek üzereyken bile evladı Karen’den izin almak zorunda kalacağını o zamanlar asla kestirememiştir!
Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar ( Esrar Kapısı ) isimli kitabının bu adı almasının nedeni bana göre, çözülemeyen sırların görünenin ardında yani mecazi olarak kapının arkasında olmasıdır. Görünenin ardındaki gerçeğe ulaşma, onu bulma mücadelesi. Bazen her şey göründüğü kadar basit ve anlaşılması kolay olmayabilir. Bu kitabın içindeki sırlar gibi. Şems’in kimyaya derinliği, hakikati göstermesi ile o esrar kapısı aralanmaktadır. Kitabın kapağından Şems bir kapının önünde durmaktadır. Kapının içi aydınlığı temsil etmekle birlikte, soruların çözümünün bu kapının ardında olduğunu bize düşündürmektedir.
Kitabın tasavvuf hakkında çözülemeyen Şems-i Tebrizi cinayeti hakkında ve Mevlana ile Şems’in ilişkisini açıklayıcı bir şekilde ele alırken bizleri okudukça daha çok okumaya, merak etmeye, bu gizemi çözmeye itiyor. Aslında bildiğimizi zannettiğimiz şeylerin asıl nedenlerini öğreniyoruz. Kitapla birlikte aynı zamanda gerçekleri araştırmaya başlıyoruz. Bu kitap keyif aldırırken aynı zaman tarihide gözler önüne seriyor. Yaşananları o dönemin kültürüne, bakış açısına göre değerlendirmemizi sağlıyor. Bu saydığım sebepler bana kalırsa bu kitabı okumak için yeterde artar bile. Tüm bunlar kitabı ilgi çekici kılmaktadır. Romanın özgün olduğunu düşünüyorum çünkü konusu ve içeriğiyle, benzer türde yazılan kitaplardan ayrılmaktadır. İlk bakışta bana kalın gibi gelen bu kitabı seçerken biraz tereddüt etsem de bir solukta okudum. Bunda kitabın dili ve içeriğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer sizde görünenin arkasındaki gerçeği keşfetmek istiyorsanız, bu kitapta aradığınız her şey var.
Merhabalar, uzunca bir yorum olmuş ancak sonunda kadar okudum, genel olarak aynı yazsakta tasavvufi boyutunda farklı düşünmüşüz sanırım.Benim yorumuma da göz atmak isterseniz.
YanıtlaSilwww.kitapsohbetcisi.com