28 Nisan 2011 Perşembe

Aşka Şeytan Karışır





  Hande Altaylı'nın Maraz adlı kitabını okuduktan sonra arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine Aşka Şeytan Karışır adlı kitabını da aldım. İyiki de almışım Maraz kadar beğendiğim bu kitabı da bir günde hatta bikaç saatte okuyup bitirdim.Hemen hemen iki kitabında teması aynı sayılır. Yani yine bir kadın bir erkek yani aşk,aldatılma ve ihanet üzerine gelişen olaylar zinciri. Kadının yaşadığı saf duygular,bunalımı,acıları ve çaresizde karşısındakine yeniden güvenmesi veee bunun sonucunda yine boşa aldanışlar.


Kitap kısa olmasının yanında dilinin sadeliğiylede hemen okunuyor.Aşka Şeytan Karışır, günümüzde kadınların en sık yaşadığı duyguları ve hemen hemen nerdeyse üç kadından birinin karşılaştığı durumları ele alırken, bir yandan bende bunu yaşamıştım ya da bende tam bunu hissettim dedirtip bir yandan da yaşamayanlar için benim başıma gelse napardım sorusunu sormaya bizleri itiyor. Hande Altaylı tüm bu duygu ve düşünceleri kitaptaki Aslı karakteriyle bize göstermeye çalışıyor. Bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum eminim sizde kendi içinizde Aslı'nın yaşadığına benzer şeyler bulacaksınız.

İnternet ve tablet gazeteciliği

20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan internet, bir iletişim aracı olarak tüm dünyayı sarmış ve etkisi altına almıştır. Hayatımızın hemen her alanına girerek yaygınlaşan internet, özellikle son yıllarda, bilgiye ulaşma, onu sayma kısacası iletişim konusunda sağladığı imkanlar ve getirdiği kolaylıklar sayesinde bizlerin en çok kullandığı hatta onunla birlikte yaşadığı bir kavram haline gelmeye başlamıştır. İnternetin bu derece hayatımıza girmesiyle birlikte, teknolojinin de daha çok ilerlemesiyle, internet habercilik sektörü içinde vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir.

            Günümüzde yazılı basın ve görsel medya için son derece büyük yatırımlar yapılırken bu yeni teknolojinin getirdiği internet haberciliği ve bunun yanında tablet gazeteciliği aynı işlevi karşılarken, bunu daha da az masrafla gerçekleştirmektir. Bunu çoğu haberci bir avantaj olarak ele almaktadır çünkü internet haberciliğinde de yazılı basın ve görsel medya kullanılmaktadır. Bu durum ekonomik kriz nedeniyle çıkarılamayan gazeteler ve işsiz kalan gazeteciler için bir çıkış noktası haline gelmiştir. İlk bu şekilde başlayan bu yeni sektör hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır. İnternetin yaygınlaşmasıyla geleneksel gazetecilik ortadan kalkmasa da önemli ölçüde düşüş görülmektedir. İnsanların birçok gazeteye tek elden yani internetten ulaşması ve aynı anda takip edilebilmesi son derece önemli bir buluştur. İnternette bu kadar çok zaman geçirirken, internet gazeteciliği de kitlelere daha kısa sürede ulaşmaktadır. Haberin içeriğine ve başlığına göre okuyup istememesine kendinin karar vermesi, veya hangi haberi hangi gazeteden okumak istediğine kendisinin karar vermesi bir avantajdır. Aynı zamanda hangi haberin kaç kişi tarafından okunduğunu belirlenebilmesi ve yazılan yorumları görülebilmesi de o haberi yapan kuruluşlar için birer avantaj haline gelmektedir. Bir haberi okurken o haberin yanında videosunun da bulunması o haberi daha gerçekçi ve anlamlı kılarken yazılı basın ve görsel medyanın bütün işlevlerini de karşılamış olmaktadır. Radyo ve televizyonun hayatımıza girmesiyle birlikte gazeteciliğin ortadan kalkmadığı gibi, yeni iletişim teknolojilerinin de geleneksel iletişim araçlarını ortadan kaldıracağını kesin olarak söyleyemeyiz. Ama olumsuz yönde etkileyeceği kaçınılmaz bir gerçektir. Şuan milyonlarca kullanıcısı olan sanal ortamda her türlü habere ulaşmak mümkündür. Hızlı olmasından dolayı günlük gazeteleri kısa bir süre içinde tarayabilmekte, son dakika haberlerine göz atabilmektedir.




İletişim teknolojilerinin kullanımının her geçen gün artmasıyla yeni buluşlarda ortaya çıkmaktadır. Buna en iyi örnek tablet gazeteciliğidir. "Gazeteler mi yoksa internet mi" tartışmasını IPad kesin olarak bitirdi. Gazete okuma keyfini ortadan kaldırmadan elektronik ortama taşıdı, böylece internetin kâğıt karşısındaki en büyük avantajını elinden aldı. İlanların kâğıt üzerinde daha etkili olduğu ve bu nedenle gazetelerin ancak kâğıt formatında para kazanacakları iddiası da tabletle çürütüldü. Çünkü IPad'de reklamlar, kâğıt gazetede durduğundan çok daha etkin gözükebiliyor. Ipad içinde her çeşit aplikasyon bulmak mümkün. Artık internet sitelerine girmekten ziyade aplikasyonlar indirerek işlemimizi gerçekleştiriyoruz. Okulumuza konuşmacı olarak gelen Nurcan Akad ise bu son teknolojiden yararlanarak gazete içeriğini Ipad taşıyarak “zete” adlı bir aplikasyonu yani haber sitesini ekibiyle birlikte oluşturmuştur. Tablet gazetecilik, gazetecilikte yeni bir dönemin habercisi olarak görülmektedir. Zete’ye şu anda sadece Apple’ın tablet bilgisayarı IPad üzerinden ulaşılabilmektedir. Nurcan Akad bu programı habere anında ulaşma ve doğru habercilik olarak yorumluyor. Konuşma sırasında sürekli tekrarladığı “Sizin için günün önemli gördüğümüz haberleri okuyacaksınız. ” cümlesi ve bunu bir kolay olarak nitelendirmesine açıkçası bende katılıyorum. Dünyanın her bir yerinden elde edilen haberlere tek bir kaynaktan ulaşılması ve başka bir kaynağa bakma ihtiyacı içinde olunmaması avantajdan başka bir şey olarak görülemez.
İstediğimiz hedefe ulaşmak istiyorsak bunda internetin önemi büyüktür. İnternetle birlikte gerçekleştirmek istediğimiz her şeyi tek başımıza bile gerçekleştirip, kitlelere sesimizi duyurabiliyoruz. Eski olan hiçbir şey tamamen ortadan kalkmıyor. Hala mektup yazılıyor ama daha az tercih ediliyor. Her geçen gün teknolojinin artmasıyla beraber yeni buluşlar ortaya çıkmaktadır. İnternet gazeteciliğinden sonra şimdi onun yerine tablet gazeteciliğinin geçmesi gibi. Kim bilir sırada ne var ? 

Bab-ı Esrar




Ahmet Ümit’in 2008 yılında Doğan kitap tarafından yayımlanan kitabı Bab-ı Esrar (Esrar Kapısı) farklı zamanlarda yaşayan insanların yollarının, bu günde kesiştiği bir roman. Batıdan doğuya yapılan bir yolculuk ve bu yolculuk boyunca, yaşanılan olayların başka bir yolculuğa dönüşmesi ve bunun sonucunda insanın kendiyle barışması, affetmeyi öğrenmesi. Kitabın başından sonuna kadar sıkça tekrarlanan “hakikat” in gerçekte ne ifade ettiği gözler önüne seriliyor ve büyük sır ortadan kalkıyor. Bu sırrı ise Hz. Mevlana ve Şems’in birleşen yaşamlarını aydınlatıyor.

            Ahmet Ümit 1960’ta Gaziantep’te doğdu. 1983’te Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. Romanlarını 2002 yılından bu yana Anadolu'daki uygarlıklardan ve kültürlerden seçen Ümit, daha önce birçok kere Hititler, Alevilik, Hristiyanlığın Anadolu kökleri üzerine yazmıştır. Röportajlarında tasavvufun da bu ülkenin en önemli kültürlerinden bir tanesi olduğunu dile getiren yazar, son romanın konusu da, bu tasavvufun içindeki en önemli renklerden biri olan Mevlana ve onun şeyhi Şems-i Tebrizi’den alıyor. Kitabın yazarı Ahmet Ümit’i daha önce duymuştum ama tanışmamız bu kitap sayesinde oldu. Roman son derece kıvrak ve sadece bir dil ve üslupla kaleme alınmış. Cümleler son derece anlaşılır bir şekildedir. Okuyucunun gözünde detaylı bir şekilde beliren tasvirler kitabın daha da zevkle okunmasına neden olmaktadır. Kurgu hem zeki hem de zengindir.
Bab-ı Esrar, yıllar geçse de, dünden bu güne pek çok şey değişse de, ruhun değişmezliğini bizlere gösteriyor. Hakikati aramak, insanların bencilliğini sorgulaması, kurban ve katil ilişkisinin nedenleri, din sanarak yaşadıklarımızı yeniden irdelemek ve birçok yaşanmışlığı tek seferde silebilecek kadar güçlü bir aşkı en saf haliyle bize gösteriyor. Romanı okurken fark edebiliyorsunuz ki; tasavvufta bilgi, Tanrıya ulaşmanın tek yolu değil. Yaşamak ve deneyimler kazanmak en önemli şeydir. Bu durumu romanın başından sonuna kadar birçok yerde Şems’in kitabın başkahramanı olan Kimya’ya rüyalarında gerçeği yani hakikati kavrayabilmesi için geçmişe götürmesi ve olanları kendi gözünden görmesini sağlamaya çalışmasından anlıyoruz. Bu kitap gerilimi, macerayı, duygusallığı, umut etmeyi, çaresizliği, en önemlisi ilahi aşka ulaşmanın insanda oluşturduğu cesareti, sorgulamayı ve gerçek aşkı bize gösterirken, bizi kitabın içine doğru çekiyor.
Kitabın konusundan bahsetmek gerekirse, Londra’dan Konya’ya bir sigorta vakasını çözümlemeye gelen yarı-Türk Karen Kimya Greenwood, babası ve İngiliz annesinin yıllar önce tanıştıkları dergahı ziyareti sırasında kendi yaşamına ve geçmişine ait önemli gerçeklerle karşılaşır. Babası Karen’i ve annesini yıllar önce bir erkek, inandığı gerçek için bırakıp gitmiştir. Karen bu terk edişle, 700 yıl önce yaşanmış Mevlana-Şems ilişkisi arasında paraleller kurarken; dünya, yaşam, inanç ve aşk üzerine sorduğu sorulara cevaplar arayarak, aradan geçen onca yılın sonunda bir hakikate ulaşmanın verdiği rahatlamanın tadına varmaktadır. Daha 12 yaşındayken kendisini bırakıp giden babasının bunu neden yaptığını anlayamamış olmak, ama bu gerçekle yaşamak zorunda bırakılmak Karen’in hiç kabullenemediği bir düşüncedir. Aslında babası Poyraz da küçücük bir bebekken terk edilmiştir. Bir dergahın kapısına sepet içinde bırakılmış, daha sonra bu dergahın düzeninden geçip mevlevi olmuştur. Bir sema zamanı seyre gelen bir İngiliz kadınına tutulup başka diyarlara göçüp yuva kurmuştur. Bu süreçte kafasında daima “varoluşa yönelik sorular” barındırmış, günün birinde Şah Nesim ile birlikte evini terk ederken bu zihin sorunsalını çözdüğünü düşünmüştür. Oysa ölmek üzereyken bile evladı Karen’den izin almak zorunda kalacağını o zamanlar asla kestirememiştir!
Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar ( Esrar Kapısı ) isimli kitabının bu adı almasının nedeni bana göre, çözülemeyen sırların görünenin ardında yani mecazi olarak kapının arkasında olmasıdır. Görünenin ardındaki gerçeğe ulaşma, onu bulma mücadelesi. Bazen her şey göründüğü kadar basit ve anlaşılması kolay olmayabilir. Bu kitabın içindeki sırlar gibi. Şems’in kimyaya derinliği, hakikati göstermesi ile o esrar kapısı aralanmaktadır. Kitabın kapağından Şems bir kapının önünde durmaktadır. Kapının içi aydınlığı temsil etmekle birlikte, soruların çözümünün bu kapının ardında olduğunu bize düşündürmektedir.
Kitabın tasavvuf hakkında çözülemeyen Şems-i Tebrizi cinayeti hakkında ve Mevlana ile Şems’in ilişkisini açıklayıcı bir şekilde ele alırken bizleri okudukça daha çok okumaya, merak etmeye, bu gizemi çözmeye itiyor. Aslında bildiğimizi zannettiğimiz şeylerin asıl nedenlerini öğreniyoruz. Kitapla birlikte aynı zamanda gerçekleri araştırmaya başlıyoruz. Bu kitap keyif aldırırken aynı zaman tarihide gözler önüne seriyor. Yaşananları o dönemin kültürüne, bakış açısına göre değerlendirmemizi sağlıyor. Bu saydığım sebepler bana kalırsa bu kitabı okumak için yeterde artar bile. Tüm bunlar kitabı ilgi çekici kılmaktadır. Romanın özgün olduğunu düşünüyorum çünkü konusu ve içeriğiyle, benzer türde yazılan kitaplardan ayrılmaktadır. İlk bakışta bana kalın gibi gelen bu kitabı seçerken biraz tereddüt etsem de bir solukta okudum. Bunda kitabın dili ve içeriğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer sizde görünenin arkasındaki gerçeği keşfetmek istiyorsanız, bu kitapta aradığınız her şey var.

Black Swan








Bu sene izlediğim en güzel film olarak Black Swan'ı söyleyebilirim.İzlerken bir sonraki sahnesinde neler olacağını insana düşündüren, gerilimi oldukça yüksek, heyecanlı vee hayalle gerçeğin iç içe olduğu bu film kesinlikle aldığı tüm ödülleri hak ediyor.

Filmi izlemeden 1hafta öncesinde Maslak Tim'de gittiğim Kuğu Gölü Balesi; görselliği, muhteşem performanları ve büyüleyici kostümlerine rağmen beni filmi kadar etkilemeyi başaramadı.

Kuğu Gölü Balesinin konusunun yanında, film ele aldığı birçok duygu açısından da oldukça ilgi çekici.  Natalie Portman'ın oyunculuğuyla anlam kazanan bu filmin konusuna gelirsek , filmin başrol oyuncusu Nina, New York’ta yaşayan çok yetenekli bir balerindir ve hayatında çoğu balerin için de olduğu gibi dans etmekten başka bir hayali yoktur. Eski bir balerin olan ve bu konuda çok hırslı olan annesi Erica ile yaşamaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy KUĞU GÖLÜ’nün baş balerini Beth MacIntyre yeni sezonda değiştrimeye karar verir ve ilk tercihi de Nina’dır. Balenin saf ve zarif Beyaz Kuğu ile şehvetin temsilcisi Siyah Kuğuyu aynı anda canlandırabilecek birine ihtiyacı vardır. Fakat Nina’yı bekleyen bir yeni bir rakip vardır, ve o da Leroy’u etkilemeyi başarmıştır. Nina Beyaz Kuğu rolüne her ne kadar uysa da Lily de Siyah Kuğu’nun tam karşılığıdır. İki genç dansçı arasındaki rekabet garip bir arkadaşlığa dönüşürken Nina da kendi karanlık tarafıyla haşır neşir olmaya başlamıştır.

Bu filmde Natalie Portman, bi anne tarafından hırsla yetiştirilmiş bir kızı canlandırırken, hayatı belli kurallara göre ayarlanmış ve sadece dans odaklı yaşamaktadır. Kaybetmeyi asla kabul edemeyen Nina'nın elinden gelen her şeyi yaptığını ve hatta ölümü bile göze aldığını görüyoruz.Siyah ve beyaz kuğuyu beraber canlandırabilmek, o duyguyu verebilmek için her şeyi göze alan Nina etkileyici bir performans göstermesine rağmen, bu onun ilk ve son gösterisi olur. İçinde bulunduğu psikolojiden dolayı beyninde yani kendi kafasında gerçek olmayan bir dünya yaratır . Nina'nın bu psikoloji içine girmesine neden olan etkenin başta annesi olduğu söylemek gerekir çünkü üzerinde çok büyük bir baskıya sebep olmaktadır.

Şuan bile sizlere anlatırken yeniden izlesem dediğim bu filmi, izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum asla pişman olmayacaksınız :)

The Last Three Days

Sizinle bir sonraki paylaşmak istediğim film ise, her filminde büyüleyici performanslara imza atarak bizleri etkileyen Russell Crowe'un Kaçış Planı adlı filmi.





Günümüzde suçsuz yere hapse giren ve masumiyetini kanıtlayamayan milyonlarca insan var. Bu durum bence herkes için hayatta bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olarak görülebilir. filmde tam bu söylediğim durum gerçekleşirken, bir ailenin durum karşısında yaşadıkları, durumu tam kavrayamamış bir küçük çocuğun psikolojisi, kendini kanıtlayaman bir annenin intiharı düşünmeye başlaması ve tüm bu zorluklar karşısında hem oğlu hem de karısı için bir çare bulmaya çalışan bir babaya tanık oluyoruz.

Filmin başrollerinde Russell Crowe,Liam Neeson ve Elizabeth Banks'i görüyoruz.


Filmin konusuna gelirsek eğer, mutlu bir evlilik sürdüren John ve Laura çiftinin hayatı, genç kadının bir cinayet soruşturmasında tutuklanması ile alt üst olur. Laura her ne kadar masum olduğunu söylese de, hapis cezasına çarptırılır. Laura'nın masumiyetinden şüphe etmeyen John, ailesini bir arada tutmaya çabaladığı kadar, karısının olayla ilgisi olmadığını kanıtlamak için tüm ipuçlarının peşinden gider.

Laura'nın suçu en son çıkarıldığı mahkemede onanır. İntiharın eşiğine gelen Laura'yı kurtarmak için John'un elinde tek bir çare kalmıştır: Karısını hapishaneden kaçırmak.

Bu film bize umut, umutsuzluk, mücadele, aşk ve en önemli bir adamın sevdiği kadın için neleri göze alabilceğini gösteriyor.

127 Saat






 Bu filmin gösteriminin üzerinden biraz zaman geçmiş olsa da , beni gerçekten etkileyen filmler arasına girmeyi başardı.






 127 Saat , dağcı Aron Ralston'un başından geçenlerin gerçek hikayesini anlatıyor. Başrolünde Altın Küre sahibi oyuncu James Franco’nun yer aldığı film bir insanın başına gelebilecek belki de en kötü durumu gözler önüne seriyor. Hayatını yalnız ve sorumsuz bir şekilde geçiren Aron Ralston'un şuana kadar hayatında ciddi sayılabilecek bir şey yokken, her zaman ki gibi başlayan bir gününde, dağda başına gelen korkunç bir hikaye anlatılıyor. 





 Genç bir dağcı olan Aron Ralston, Utah yakınlarında büyük bir kaya parçasının arasına sıkışır. Hayatı için bir çeşit tuzağa dönüşen bu olayda Aron, soğukkanlı olmak zorundadır. Ailesinin ve yakınlarının Aron'ın başına gelenlerden haberi yoktur. O kaya parçasının arasında sesini duyabilecek kimse yokken, hayatta kalmak için verdiği mücadele izleyicileri son derece etkilerken, sonunda karşılaştığımız durum ise bizleri daha da çok etkiliyor. Kaya parçasının arasına sıkışan bir insan, yalnız başına, yemeksiz , bitmeye az kalmış bir su, o soğuk yerde zaman tükenirken bile olsa umudunu yitirmiyor.

Filmin başınadan sonuna kadar aynı yerde olmadı bu etkileyici hikayeyi sıkıcı hale getirmekten çok , Aron'ın bu durumdan nasıl kurtulabilceğini düşünmekle geçiyor. Film aynı zamanda insanın hayatta yapmaması gereken şeyleri ve yaşadıkları karşısında bunlardan ders almasını bizlere gösteriyor. Eğer bu filmi izlemediyseniz, kesinlikle en kısa zamanda izlemenizi tasviye ederekten sonunu söylemiyorum :)




Yeniden burdayım !

Uzun zamandır kapalı olduğundan dolayı yazamadağım bloguma bende sonunda kavuşmuş bulunuyorum :)
Bu süre içerisinde gezip gördüğüm, keşfettiğim yeni yerleri, izlediğim filmleri ve daha birçok şeyi sizinle paylaşmaya hemen başlıyorum :)