30 Kasım 2011 Çarşamba

Özgürlük

Özgürlük, herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumudur. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu yani hürriyettir. Özgürlük; insanın gerçekleştirebildiği kadarıyla benliğini, dış dünyasıyla birlikte kendi ruhsal dünyasına kabul ettirmesidir. Yani kişisel bütünlüğünü sağlamasıdır. Özgürlük, insanın öncelikle kendisinden memnun ve sonra diğerlerinden hoşnut olmasıyla elde ettiği bir duygudur. Aynı zamanda siyasi ve ideolojik düşünce kalıplarından tam olarak kurtulmaktır. Özgürlük herkes için farklı anlamlar taşıyabilir.
Her insanı ve toplumu daima ilgilendiren bir konudur özgürlük. Bu yüzden dün de bugün de insanın temel sorunlarından biri olmuştur hep. Olmaya da devam etmektedir. Hem geçmişte hem günümüzde dünyada olup bitenlere, yapılanlara, yaşananlara, ortaya çıkan olgulara bakıldığında özgürlüğün, insan için önemli, vazgeçilemez bir dava olduğu görülmekte ve bu sözcüğün, dile getiriliş biçimlerinden onun, herkesçe istenen veya özlem duyulan bir durumu adlandırdığı anlaşılmaktadır. Öyle ki herhangi bir yaşta ve herhangi bir koşulda, haklı ya da haksız, açık ya da örtük, doğrudan ya da dolaylı şekilde özgürlük isteminde bulunmamış bir kimse yok gibidir.
Bugün de kişiler ve toplumlar “özgürlükleri” için savaşmaktadır. Öyle görünüyor ki özgürlük insanın, var oldukça uğruna hep savaşacağı bir şeydir. Onun varoluşunun anlamıdır budur bir bakıma. Özgürlük, insanın, onu var kılan en önemli, en temel varlıksal açılımıdır. Bunun içindir ki insan özgürlük ister varoluşu boyunca. Özgürlüğü istemek, isteyebilmek onun yapısal olanağıdır. Özgürlük isteminin varlıksal temeli, insanın, kendine verilende sınırlandırıldığı veya kendini sınırlandırılmış gördüğü; haksızlığa uğradığı veya haksızlığa uğradığını düşündüğü durumlar karşısında “hayır” diyebilmesinde, “başkaldırabilmesinde”dir.
Özgürlük; en temelde bu bir var olma savaşıdır, varlığını kurma, oluşturma mücadelesidir; kendini var duyma isteğidir. Özgürlük, düşünmenin ortaya koyduğu, düşünen yanımızın bize sağladığı bir fikir, bir idedir. İnsan, öyle bir yapıdadır ki düşünmesiyle bu tür fikirler oluşturabilmekte, ortaya koyabilmektedir. Bana göre özgürlük başka insanlara zarar vermeden dilediğini yapabilmektir. Elbette ki özgürlüğün sınırları vardır. Özgürlüğün sınırlarını kişi önce kendisi koyar. Bunu yapmazsa toplum ona özgürlüklerin nereye kadar olması gerektiğini koydurur. Sınırsız özgürlük diye bir şey yoktur. Diğer insanların özgürlüğünün sınırları, sizin özgürlüklerinizin sınırlarıdır.

27 Kasım 2011 Pazar

Arabesk Ve Toplum



Her türlü müziğin bir var olma sebebi var. Arabesk de öyle.Arabesk müziği toplumun belli bir kesiminin kendini ifade etme aracıdır.Bu müziği,arabeski hayatın acı veren yanlarını paylaşmak,hayata karşı bir isyan,ses duyurma olarak da ele alabiliriz.Arap müziğinin unsurlarını taşıyan arabesk,toplumda birçok kesime hitap eder aslında.Arabesk bir kültürdür,bakış açısıdır.Arabesk doğu ile batının sentezi gibidir.Bu durumu müziğin içinde görmek mümkündür.

Arabesk aslında tam olarak toplumumuzun içinde bulunduğu yaşayışı anlatır. Bu müzikle Türk toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı örtüşmektedir.Bu sebeple Arabesk ve Türk toplumu bütünleşmiş ve özleşmiştir.Bu müzik türünün önemli isimlerinin başında gelen İbrahim Tatlıses’in,yaptığı şarkılarda arabesk kültürünün yansımaları görülmektedir.Şarkılarda da görüldüğü gibi bu akım toplumun acılarından doğmuştur.Böylece toplumun tam bir parçası haline gelmiş ve yerini almıştır.

Arabesk müzik yapan şarkıcıların temelinde aynı düşünce yatmasına karşın, müziği ele almalarında bazı değişiklikler görülebilir.Bu müzisyenlerin hayat görüşleri şarkılarında işlediği temalardan rahatça çıkarılabilir.

Medya Ve Gerçeklik




Medya hayatımızın tam orta noktasında yer alıyor. Güncel olayları bugünü, yarını, gelecekle ilgili beklentileri, koşulları bunun gibi her şeyi medya sayesinde öğreniyoruz. Medya haber demektir insanları bilgilendirmek bu sayede aydınlatmaktır. Medya her zaman canlıdır.Canlı olmak zorundadır. Her yeni gün , yeni bir haberle çalkalanır ve manşetlere yerleşir.Böylece tüm dünya bu haberleri öğrenir. Haber yapmak aslında o gazetenin bizim elimize ulaşması kadar kolay değildir. Bir çok aşamadan ve denetlemeden geçtikten sonra o haber,haber formatı ve kurallarını içinde barındırdığında gerçek anlamda haber olur. Gazetelerde televizyonlarda dönen haberler ne kadar gerçeklik taşıyor ? Aslında önemli olan noktada budur. Bir haberin gerçeklik taşıması için önemli olan etkenler nelerdir ve kaç tane gazeteci bunu dikkate alarak ele aldığı haberi yazıyor. Bu gerçekten cevaplanması gereken ciddi bir soru. Bir haberin haber olup medyada bir önem taşıması için , nesnel bir bakış açısıyla kaleme alınması ve eleştirel bir dille anlatılması gerekir. Haberler hem bilgi edinme gereksinimimizi karşılar, hem de yansıttıkları değerlerle dünyayı anlamamızı şekillendirirler.

Medya bir savaş ortamıdır aslında.Her zaman ayakta kalmalı ve gücü elinden bırakmamalıdır. İşte o zaman halk ona kulak verir ve peşinden gider.Bir haberin manşet olması için hep normalinden abartılması mı gerekir? Nedense bu medyada olduğundan daha farklı abartı şekilde gösteriliyor.Medya bir gerçeklik inşa eder sözüyle asıl anlatılmak istenen nedir? Medyanın temelinde kesin doğrular varsa ve gerçekleri barındırdığı insanlara dayatılmak isteniyorsa bu tek gerçek medya demektir. Medyada gerçek dışı görülen durum o haberin yanlış şekilde toplama gösterilmesidir.Bu o toplumun bakış açısını olumsuz yönde etkileyebilir.Basılı ve görsel medyadan yayılan haberler her zaman bilgilendirici,irdeleyici ve tarafsız değildir.Medya yanlı haber yapıyor,şiddeti destekliyor,bizi sıradanlaştırıyor diyen görüşlere bazı noktalarda katılıyorum.Medya oluşturduğu haberlerle bizi,bakış açımızı değiştiriyor,başkalaştırıyor ve böyle başka biri oluyoruz. Giderek aynı başka kişiler olarak düşüncelerimiz,söylemlerimiz aynılaşıyor ve evreni tek bir açıdan görmeye başlıyoruz.Değişiyoruz ama bu değişim ileriye götürmüyor bizi,yutuyor içinde hapsediyor.Medya neyin ne denli önem taşıdığına karar veriyor.Böylece bizde o şeyin peşinden gidiyoruz.

Kimi zaman aynı olayın değişik medya organlarında farklı ve bazen de taban tabana zıt yorumlarla verilmesi sık sık doğru nerede sorusunu gündeme getirmektedir.Medyanın haberdar etme ve bilgilendirme işlevi,özellikle görsel medyada,bir görüntüyü tespit eden ve daha sonra çoğaltılarak orada olmayanların kullanıma girmesiyle değişiklik kazanır.

13 Kasım 2011 Pazar

Taraf Olmamak




Bilim adamı olmak zordur. Aslında insan olmak zordur, çünkü insan olmanın bazı kuralları vardır. Bunun yanında bilim adamı olunca insanın kendi sorumlulukları dışında insanlığa karşı sorumlulukları da oluşmaya başlar. Günümüzde bilim adamlarının taraflı mı yoksa tarafsız mı olması gerektiği konusunda ben açık bir şekilde tarafsız olmalılar diyebilsem de  ne yazık ki her toplumda, her kültürde bu durum değişebiliyor.
Bilim adamı olmak bir yaşam biçimidir.Kendine has bir yaşamsal disiplini olan, herkesten fazla toplumsal sorumluluk taşıyan kişidir.Bilim adamı olmak bir kültür ve ahlak olayıdır.Bilim insanı da toplum içerisinde yaşadığı için toplumla birlikte olması gereken durumlarda kendi iradesi dışında zorunlu bir takım ilişkiler çerçevesinde üretim sürecine girmek ve toplumun ortak kültürünü paylaşmak zorundadır. Toplumun oluşturduğu hukuk, sanat, felsefe, din ve ahlak değerleri gibi. Buradaki bilim insanının kendi toplumsal yaşayışı içerisinde bir ulusal veya toplumsal kültürü vardır, bunlardan ise dayandığı sınıfın kimliği ve kültürü ağır basmaktadır. Bu yönüyle bilim insanı bir kişilik ve kimlik taşımaktadır.
Bilim adamı her yönüyle tarafsız, bağımsız, ticari kaygıdan uzak olmalı ve evrensel kuralları uygulamalıdır.  Duygusal bakış açısını bir kenara koyarak baktığımızda, bu ölümcül aygıtları geliştiren insanların da aslında birer bilim adamı olduklarını görüyoruz. Bir bilim adamının kendi bildiklerini ve kendi görevini sadece kendi tarafından olan insanların yararına sunarsa bu çok yanlış olur. Herkes bir taraf tutmalıdır. Ama bir bilim adamı, tuttuğu tarafın etkisi altında kalmaksızın işini yapmalı ve bu yönde karar vermelidir. Taraf tutarken görevlerini yaparken herkese eşit davranmalı, görevine tuttuğu tarafı yansıtmamalıdır. O zaman işini tam anlamıyla doğru yapmış olur.
 

3 Kasım 2011 Perşembe

Moda



Moda günümüzde çoğu insan için çok önemlidir. Birçok insan modayı takip ederek yaşar, onun getirdiği yeniliklerle kendini değiştirir ve bu sayede hayatına bir şeyler katar. Moda her sene yenilenen bir kavram olduğu için, her yıl büyük markalar yeni oluşturdukları kreasyonlarla takipçilerinin karşısına çıkarlar. Böylece daha büyük kitlelere ulaşırlar. Moda aslında bir sesleniştir, dünyaya kendini duyurmak ve renkli olmaktır. Bazen de kendini yeniden tekrarlamaktır, eskiye dönmektir. Moda insanların kişiliklerini yansıtır. Tüm bu sebeplerden dolayı moda konusunu ele almaya karar verdim. Moda hayatımızın bu kadar içindeyken markaların moda üzerinde ne kadar etkili olup neleri değiştirdiğini, insanların bu konu üzerindeki tutumlarını sorumun içine katmak istedim. Bende modayı takip ettiğim ve sevdiğim için bu konuyu zevkle yapabileceği düşündüm. Moda içinde bazen çok uyumlu gibi gözüken bazen de çok uyumsuz gözüken kombinasyonlar insanların beğeni alanına girer. Gözümüze aslında çok uyumsuz gelen kıyafetler bazen sırf o markanın öneminden dolayı tercih edilir. Buradan yola çıkarak modayı yaratmada markaların büyük bir etken olduğu gerçeği kaçınılmazdır.Dünyada birçok adını duyurmuş marka vardır. Bu markaları bulundukları konuma getiren sıkı bir çalışma ve o markanın arkasındakilerdir. Bu sayede seslerini büyük bir kitleye duyurmayı başarırlar. Marka yaratmak modada kolay bir şey değildir. Asıl demek istediğim iyi bir marka yaratmak. Bir marka her kreasyonunda daha da iyi olmalıdır. Bu kreasyonların nasıl ne şekilde oluştuğu, nelerden ilham aldığı her birinin birbirinden farklı konseptlerle ortaya çıkması modayı anlamlı ve renkli bir hale getiriyor. İlkbahar-yaz koleksiyonu sonbahar-kış koleksiyonu olarak anılan kavramlar bizim giyim tarzımızı şekillendirirken, televizyonlardaki modayla ilgili programlarda bahsedilen kıyafetlerin ya da renklerin dilden dile dolaşıp trend olmasını sağlayan işte o dev markalardır. Bir dönem için demode kavramı adı altında kullanılan bir kıyafet ertesi sene markalar sayesinde yeniden canlanabilir. Aynı zamanda gördüğüm bazı gençler üzerinde markanın önemli bir yere sahip olduğunu hatta statü elde etmek için bir etken olarak düşünüldüğü kanısına vardım. Buradan yola çıkarak markaların modayı yarattığını, bizi de bu markaların çoğu zaman yönlendirdiğini açıkça söyleyebilirim.

Léon



Léon filmi için hayatımda izlediğim en güzel ve en etkilendiğim film diyebilirim.Defalarca izlediğim ve her izleyişimde beni ilk seferki kadar heyecandıran ve ardından uzun süre konuşturan bir film.Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Luc Besson'dur. Filmin başrollerinde ise, Jean Rêno, Natalie Portman ve Gary Oldman yer almaktadır.Bu film Natalie Portman'ın ilk filmidir.Masum bir çocuğun yaşadığı duyguları,üzüntüsünü,duygusallığını,aşkını en masum şekilde bizlere gösteriyor.Filmi bir anlamda etkileyici kılan durum da bence bu.Filmin konusuna gelirsek;Léon, Amerika'nın New York şehrinde ikâmet eden, patronu Tony'den aldığı işleri yapan bir tetikçidir. Hayatını kurallardan oluşturmuş, sert ve tam anlamıyla bir profesyoneldir. Ancak Mathilda adında küçük bir kızla yolları kesişince hiç alışık olmadığı bir dünyaya kapısını aralar.
Film, birtakım çevrelerce yaş farkı olan iki kişi arasında aşk olduğu iddiasıyla eleştirilmesine rağmen, Mathilda'nın Léon'a karşı olan hisleri normal aşktan ziyade, kendisine ilk defa iyi davranan birisi karşısında duymuş olduğu sevgidir. Her ne kadar filmin ilerleyen bölümlerinde aşık olduğundan bahsetse de, buradaki aşk ifadesi küçük bir çocuğun duygularını basitçe belirtme şeklidir. Léon'un da Mathilda'ya karşı duyduğu hislerde benzer şekilde hayatında o zamana kadar görmediği bir sıcaklığa duyulan özlem ve buna karşı verilen duygusal tepkidir.12 yaşında ailesini kendi gözleri önünde kaybeden küçük bir kızın verdiği mücadele ona çok farklı duygular hissettiriyor. Ailesini sevmeyen Mathilda için en değerli varlığı küçük kardeşidir. Babası uyuşturucu işlerine bulaşınca mafya ailenin tüm bireylerini öldürür. O sırada alışverişte olan Mathilda ise olaydan kılpayı kurtulur ve Leon'un kaldığı daireye saklanır. Leon ise çok soğukkanlı bir katildir. Ancak Mathilda'ya karşı içten bir sevgi besler ve ona kol kanat gerer. Aslında babalık, arkadaşlık gibi kavramlar ona çok yabancıdır.Sting'in o dönemde meşhur olmuş Shape Of My Heart adlı şarkısıda filmde çalarak filmi daha etkileyici hale getirmektedir.Bu filmi izlemediyseniz eğer şiddetle izlemenizi tavsiye ediyorum.

Handan



Ders için okuma şansı bulduğum Halide Edip Adıvar'ın Handan romanı Abdülhamit'in istibdad döneminde geçmektedir.Bu sebeple kitabın konusu bize o dönemle ilgili bilgiler vermektedir. Kitap aşk üzerine odaklanırken bununla birlikte o ddönemin sosyal yaşamı ve kültürel yapısını da gözler önüne sermektedir.Kitap adından da anlaşıldığı gibi Handan karakteri etrafından geçen olayları ele alıyor.Kitap bu bağlamda 3bölümden oluşmaktadır.Handan'ın etrafında olan 3erkek bu bölümleri oluşturmaktadır.Kitabın özetine gelirsek; Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızı Neriman ile evlenecektir. Neriman Cemal Bey’in kızlarıyla yaşıttır ve onlarla büyümüş, alafranga bir çocukluk geçirmiştir.
Ailenin ayrıca Handan adında bir kızı vardır. Herkesin gözbebeği olan Handan, insanları çok çabuk etkileyebilen, kendisini sevdiren bir kızdır. Neriman’la kardeş gibi olan Handan, Nerman’ı küçüklüğünden beri yetiştirmiş, onu benliği altına almış gibi etkilemiştir. Neriman onun uğruna herşeyini verecek, ölümü bile göze alabilecek durumdadır.
Evlilik zamanı Handan, kocası Hüsnü Paşa ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Handan, gençliğinde Nazım adlı birisini sever ama Nazım sosyalist birisidir. Onun ideallerini ve amaçlarını kendisinden üstün tutup daha çok seveceğini düşünen Handan, Nazım’ın evlenme teklifini reddeder ve Hüsnü Paşa ile evlenir. Nazım bu olay üzerine kendini asar ve sorumlusu olarak Handan’ı gösteren bir mektup bırakır. Handan, bu olaydan dolayı kendini hiç affetmez ve Hüsnü Paşa ile olan evliliği hep sorunlu gider. Zaten Hüsnü Paşa’da onu sadece birkadın olarak sevmekte, sık sık metres bulup değiştirmektedir. Ayrıca bunları Handan’a rahatça söyleyebilmekte ve onların ne kadar güzel olduklarını anlatabilmektedir. Herkes tarafından ölürcesine sevilen Handan, önceleri buna dayanır. Hayatını sevmediği Hüsnü Paşaya adar. Onunla olan sorunlarını kapatmaya çalışır ve evliliğini sürdürmek için elinden geleni yapar. Fakat bu çabası onun gençliğini alır. Sonunda üç aydır ondan ayrı yaşayan Hüsnü Paşanın gönderdiği ağır ithamlarla dolu olan mektubu okuyunca beyninden gelen bir sorunla hasta olur. Hafızasını kaybetmiş, eskiden kalan hiçbirşeyi hatırlayamaz olmuştur. Ona hastalığı boyunca çok sevdiği Neriman ve kocası Refik Cemal bakar. Hüsnü Paşa ise yurt dışında metresleri ile eğlenmektedir. Bu olay onu pek ilgilendirmez. Neriman hamile olduğu için Refik Cemal onunla kalır ve Handan iki üç ay İtalya’da konsultasyonlara tabii kalır. Yanında sadece Refik Cemal ve bir hastabakıcı kalır. Handan, bu süre zarfında Refik Cemal’e aşık olmuştur. Ayrıca Refik Cemal’de ona delicesine severek vurulmuştur. Ancak evli olduğu ve karısını da çok sevdiği için ızdırap duyar, kendisini yer bitirir. Bir süre sonra Handan’ın hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Canından çok sevdiği Neriman’ın kocasına, Refik’e aşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.Kitap mektup şeklinde ilerlemektedir.Bu şekilde kitaptaki kişilerin gözünden ana karakteri daha kolay bir şekilde tanıyabiliyoruz.Kitapta yoğun tasvirler vardir.O dönemleri anlatan bir roman olarak o dönemi merak edenlerin okumasını tavsiye ederim.